Sağlığın Yeniden Tanımlanması: Fonksiyonel Tıp Uygulamaları
İlk söylemek istediğim şey fonksiyonel tıbbın kelimenin tam anlamı ile koruyucu hekimliğin ifadesi ve sağlığa, hastalığa bütünsel bakışın temeli olmasıdır. Bir alternatif tıp uygulaması olmayıp tam tanımı ile bütünsel tıp uygulamalarını ifade eder. Sonuç olarak ortaya çıkan hastalığın tanısında kalmayıp nedene yani sorunların başlangıç noktasına gider. Tedaviyi yaparken nedeni de ortadan kaldırarak insan sağlığını bütünsel olarak korumayı ve sağlıklı yaşamı hedefler. Bu arada elbette elimizde sonuç olarak ortaya çıkan hastalığa ait belirti ve bulguları, hastanın rahatsızlığını hızla tedavi eder. Nedenlerin ortadan kaldırılması için beslenmenin doğru düzenlenmesi, ağır metallerin etkilerinden korunma, sızdıran barsak ve bozulmuş barsak florasının düzeltilmesi, enflamasyonun giderilebilmesi ve vücut direncinin artırılabilmesi için vücudun ihtiyacı olan besin desteklerinin sağlanması, iyi bir uyku ve stres yönetimi için yapılan çalışmalar, kişiye özel egzersiz modellerinin oluşturulması gibi pek çok yaşam biçimi değişiklikleri için hasta ve hekim bir ekip olarak çalışır.
Biz bütün dünyada hekimler olarak hastalığın tanısına ve tanı sonrası çoğunlukla bulguların tedavisine giden bir hekimlik anlayışına odaklandık. İlaçlar ve diğer bir çok tedavi yöntemleri ile henüz hastalıkların nedenlerine inemeden, hastalıkları tedavi etmeye çalışıyoruz. Cerrahi bunların arasında tamamen bambaşka bir yorumla hastalığı var olduğu bölgeden cerrahi olarak yok etmek ya da hasar almış bir alanı cerrahi olarak düzelterek hizmet veriyor. Akut hastalıklar da akut çözümler gerektiriyor ve cerrahi olsun olmasın bu hastalıklar ameliyat ya da ilaç tedavileri ile tamamen çözümlenebiliyor.
Fonksiyonel tıbbın temel konusu kronik hastalıklar, nedenleri ve çözümlerini içeriyor. Kronik hastalıklar dediğimiz koca okyanusta akıl almaz sayıda insan derdinin çaresini arıyor ve oradan oraya sürükleniyor. Dünya nüfusunun artış hızına yetişmeye çalışan gıda endüstrisinin üretim artışına yönelik çözümleri bir yandan insan sağlığını hızla hiçe sayan modellere dönüşüyor. Gıda endüstrisi büyük bir hızla zenginleşirken doğayı, sağlıklı ve doğal tarımı, sağlıklı hayvancılık anlayışını yok eden bir beslenme anlayışı günden güne mecburen insanlığa dayatılıyor. Bu anlayış içinde insanın temel hakkı olan ucuz, doğal ve sağlıklı besine ulaşamıyoruz, anne karnından başlayarak bütün sağlığımız yavaş yavaş yerini kronik hastalıklara bırakıyor.
Dünyada doğal beslenmenin kimyasal gübrelerle coşturulan ve ardından kontrolsüz tarım ilaçları ile devam eden tarım uygulamaları, GDO ve hormonlu yemlerle beslenen ve kısacık zamanlarda büyütülen, antibiyotikler de verilerek telef olmadan mümkün olan çok sayıda piyasaya sürülmeye çalışılan hayvanlar, atalık tohumun tamamen bir kenara bırakılıp hibrid tohum ve hatta hibridize edilirken tarım ilacı da eklenerek daha da korkunç hale getirilen bu tohumla üretilen tahıl ve kuru bakliyat beslenme zincirini yıllar içinde sağlığımızı tehdit eder hale getirdi.
Ağız içinden başlayan sindirim işlevi, yemek borusu, mide ve ince bağırsaklar tarafında fonksiyonel aksaklıklar yaşıyor ve burada en büyük sıkıntı besin emilimi ve toksin atılımı dengesinde aksıyor. İnce bağırsakta toksinlerin asla bağırsaktan emilmeden dışkı yolu ile atılmasını sağlayacak bütün bariyer mekanizmaları hasar görüp toksinler doğrudan kana geçiyor(sızdıran bağırsak). Sağlıklı besinlerin emilimini sağlamakla görevli barsak villusları da kıvrımlı yapılarını tamamen kaybederek dümdüz hale geliyorlar ve sağlıklı besin emilimi gerçekleşemiyor.
Burada iki büyük sıkıntı oluşuyor. İlki sağlıklı besin emilimi gerçekleşemeyince vücutta enzimatik, hormonal, biyokimyasal ve bağışıklık sistemleri düzgün ve sağlıklı çalışamıyor. Vücudun sağlığı giderek bozuluyor ve hastalıklara karşı hızlıca korunmasız hale geliyor. Toksinlerin kana geçişi ile de bir süre kan hücreleri ile yok edilmeye çalışılan toksinler bir süre sonra vücut tarafından kendi hücrelerine benzetilmeye başlıyor ve vücut kendi kendine bir savaşa giriyor. İşte bu noktada kronik hastalıkların zemini oluşuyor ve vücutta iltihapsız yangı olarak tanımladığımız enflamasyonlar oluşuyor(otoimmün hastalıklar).
Artık bizim besinlere alerjik olmamızın şart olmadığı bir besin terörü yaşıyoruz. Tahıllardaki gluten, kuru bakliyattaki lektin, inek sütü ürünlerindeki laktoz ve kazein, rafine ve işlenmiş ürünler, şeker tüketimi, sigara, yararı olduğuna inanarak aldığımız pek çok ilaç, gerçekten şart olmadığı halde aldığımız antibiyotikler bağırsaklarımızdan başlayarak bütün sağlığımızı tehdit ediyor. Elbette bebeklik çağından başlayarak tanımlanan besin alerjileri başka bir sorun ancak aslında toksinlere maruziyet anne karnında başlıyor. Her yeni doğan 270’i aşkın kimyasal madde yükü ile doğuyor ve aslında hastalıkların bir kısmının temeli anne karnında atılıyor.
Hashimoto tiroiditten insülin direncine, romatoid artritten multipl skleroza, fibromyaljiden Alzheimer’a, öğrenme güçlüğü, hiperaktivite bozukluğu ve dikkat eksikliğinden otizme kadar pek çok kronik hastalığın bu yollardan geçtiğini söyleyebiliriz.
Ben kendi alanımda anne karnından başlayarak gebelikte bu mücadeleye destek olabilmek, ergenlerin yaşadığı sorunların bir kısmının bu mantık çerçevesinde değerlendirilebilmesi, tüp bebek tedavisinde gebelik başarısının her aşamada çok etkilendiğine olan inancım ve son olarak menapozal çağda sağlıklı bir yaşam sürebilmek isteyen kadınlar için bütün bilgilerimi paylaşabilmek üzere fonksiyonel tıp eğitimi aldım. Bu bilgileri her zaman daha çok çalışarak size aktarmak ve yararlı olmaya çalışmaktan hekimlik yaşantımın her döneminde olduğu gibi sonsuz mutluluk duyacağım.
Öğrenme arzusu yolculuğun kendisini sonu olmayan bir cennete çevirir, bilgiyi paylaşmak ise paha biçilemeyecek bir mutluluktur.