MENOPOZ
MENOPOZUN TANIMLANMASI
‘Meno’ kanama ve ‘pause’ durma’ köklerinden türeyen menopoz kelimesi tanım olarak kanamanın durması anlamına gelmektedir. Klinik tanım olarak da kadının bir yıl süre ile adet görememesi olarak tanımlanır.
Benim klinik pratiğimde izlediğim kadınların büyük çoğunluğunda bu döneme giriş oldukça kaygı verici olarak yaşanıyor, kadınların çok daha az bir kısmı da menopozu memnuniyet verici bir dönem olarak görüyor. Yine azınlıkta bir kadın grubu da tamamen doğal seyir olarak algılayıp yorumsuz kalıyor. Aslında her üç grubunda keni yaşamları ve kişilik profilleri, aile öyküleri göze alındığında haklı gerekçeleri var. Memnuniyet duyan azınlığın gerekçeleri; adet görmekten bıkmak, korunma kaygısının ortadan kalkması ve meme kanseri sıklığının azalması olasılığıdır. Çoğunluk olan kaygılı grubun gerekçeleri de menopoz tedavisi tartışmasının gerekçelerini oluşturuyor ki bunlardan bahsedeceğiz.
Öncelikle gönülden inanmamız gereken bu dönemin yaşamımızın önemli bir bölümünü oluşturan, doğal, uzun ve yaşamın getirdiği bazı doğal rahatlıkları da beraber yaşadığımız bir zaman süreci olduğudur.
ORTALAMA MENOPOZ YAŞI
Ortalama menopoz yaşı dünyada ve Türkiye’de 47-48 olarak verilmekte ve bu dönem çok daha erken görülebileceği gibi 54-55 yaşa kadar da ender olarak uzar. Menopozun 40 yaştan önce görülmesi de erken menopoz olarak adlandırılır.
YUMURTALIK REZERVİNİN FİZYOLOJİSİ
Anne karnında bir kız bebeğin overlerinde (yumurtalıklarında) 6-7 milyon yumurta hücresi yeralmakta ve bu sayı doğumda 2 milyona düşer. Kız çocuğu ilk adet gördüğünde bu sayı 700.000 civarındadır. Bu aynı zamanda doğurganlığın başladığı yaştaki yumurta sayısıdır. Her adet döngüsünde bir adet yumurta baskın hale gelip 20-22 mm civarında çatlar ve batın boşluğuna atılır. Bu sırada tuba (fallop tüpü) minik yumurta hücresini kapar ve eğer yumurta spermle tubada birleşirse gebeliğin ilk adımı atılmış olur. Bu süreç gerçekleşmezse ovuasyondan(yumurtlamadan) yaklaşık 14 gün sonra kadın adet görür. Bir adet baskın (dominant) yumurtanın oluşumu sırasında çok sayıda yumurta hücresinin yarışta elenerek!!!! yok olduğu bilinir. Over rezervinin doğal olarak 35-40 yaş sonrası ya da doğal olmayarak erken yaşlarda azalması doğurganlığı azaltır ve menopoz döneminde de imkansız hale getirir.
Cinsel olgunluk çağı ile yaşlılık arasınaki bu uzun dönem bütün dünyada beklenen yaşam süresinin artması ile giderek uzamış ve menopoz dönemi riskleri, yaşam biçimi ve tedavileri ile daha çok tartışılır olmuştur.
MENOPOZ DÖNEMİNDE ŞİKAYETLER
Şikayetleri dönem olarak ikiye ayırmak uygun olur; 7-10 yıl süren premenapoz döneminin son yıllarında menopoz şikayetlerinin erken döneminde adetlerin sıklığının artması ya da azalması, adet miktarının azalması, bazen birdenbire kesilmesi adet düzenine ait sıkıntılardır. Temelde sosyal ve psikolojik olarak kadını en çok rahatsız eden şikayet göğsün üst kısmı, baş-boyun bölgesinde yoğun ateş basmaları ve terlemelerdir. Özellikle aktif çalışma yaşamı olan kadınlarda ateş basması ve terleme ciddi sosyal problem olarak algılanmalıdır. 3-5 yıl gibi bir zaman sonrası kadınların çoğunda bu semptomlar yok olacaktır. Ancak %10 unda 10 yıla kadar uzayabileceği bilinir. Östrojenin azalmasına bağlı uyku bozukluları, sinirlilik, duygu durum bozuklukları, depresyon meyli ve zaman zaman cinsel istek bozuklukarından bahsetmek mümkündür.
Geç dönemde ise östrojenin sıfıra yakın olması nedeniyle kalp damar sisteminin artık yeterli korunamaması ve buna bağlı kalp krizi oranında artış, beyin embolisi riskinin artışı, , osteoporoz , ciltte yıpranma, vaginal kuruluk ve cinsel işlev bozuklukları karşımıza çıkar.
MENOPOZDA TIBBİ YAKLAŞIM ve TETKİKLER
Bu dönemin temel gerekliliği mutlaka hekime başvurmak ve gerekli muayene ve tetkikleri yaptırmak ve menopoz dönemi konusunda ayrıntılı bilgi edinmektir.
Kadının başvurusundaki en önemli basamak yaşamının iyi sorgulanması, şikayetlerin ağırlığının nerede olduğunun tesbit edilmesi ve aile hikayesinin çok iyi alınmasıdır. Zira tedavideki gereklilikler ve sınırlamalarda bu noktalar her zaman yönlendirici olur.
Ardından çok nazik, dikkatli, pratik ve gerektiği kadar hızlı bir jinekolojik muayene yapılmalı ve kadının kaygı duygusu artırılmadan tek kullanımlık malzeme ile gerekirse az miktada vaginal kayganlaştırıcı kullanılarak dış genital alan (vulva) ve vagina incelenmeli, pap smear alınmalı ve ardından uterus (rahim) ,endometrium (rahim içi doku) ve overler (yumurtalıklar) ultrasonografi ile ayrıntılı olarak değerlendirilmelidir.
Daha önce hiç cinsel ilişkisi olmamış kadınlarda sadece vulva değerlendirilebilir, ancak spekulum takılamayacağı için smear alınamaz ve gerek de yoktur. Rektal muayene özel gereklilik durumlarında yapılabilir ancak çoğunlukla karından ya da ender olarak rektal ultrasonografi muayenede yeterli olur.
Ardından tetkiklerin ikinci aşaması gelir ki bu; meme taramasıdır. Mamografik tarama 40 yaşta başlar ve kadının kişisel ve aile hikayesine göre karar verilerek yılda bir önceki incelemeler ile karşılaştırılarak tekrarlanır. Mamografik değerlendirmeye ultrasongrafinin eşlik etmesi ve nisbeten riskli olduğu düşünülen vakalarda meme ultrasonografisinin yılda iki yapılması erken dönem meme kanserinin taranamaması olasığını azaltır. Ultrasonografinin ses dalgası prensibi ile çalışıp radyasyon içermediği gerçeği daima hatırlanmalıdır. Mamografi çektirirse meme kanseri olacağı inancı ile mamografi çektirmeyen kadında erken tanı şansının ortadan kalkabileceği unutulmamalıdır. Meme kanserinin yaş dağılımında dikkati çeken oran %80 inin 40 yaşından sonra görülmesidir. 40 yaşından önce görülen %20 sıklığın taranamaması bir erken tanı zorluğu getirmekte ve 35 yaşta meme ultrasonografisi ile taramanın başlanması oldukça akılcı görünmektedir.
Osteoporoz, kemik yapım hızının yıkım hızını karşılayamaması sonucu ortaya çıkar ve östrojen eksikliği ile de bu süreç daha da negatif etkilenebilir. Kemik dansitometresi kemik yoğunluğu açısınan bilgi verir , ancak başlangıç yaşı ve tetkik sıklığı tamamen kadının kendisinin ve ailesinin özelliklerine gore ayarlanmalıdır. Ailede erken rastlanan veya ağır osteoporoz, kortizon gibi ilaçların kullanımı, hipotiroidi, insulin direnci ve obesite gibi endokrin hastalıklar osteoporoz için risk faktörüdür ve bu grup nedenleri ile birlikte daha da titizlikle ele alınmalıdır. Osteoporozla birlikte ortaya çıkan omurgada oluşan kırıklar nedeniyle boy kısalması, kamburluk ve hatta ender olarak felç görülebilir. Osteoporozun en önemli sıkıntısı %15 e varan ölüm oranlarının verildiği kalça kırıklarıdır.
Kan biyokimyası özellikle kan yağları hakında bilgi vermekte ve hormon replasmanı yapılacaksa karaciğer fonksiyon testleri gibi diğer biyokimyasal testler de yapılmalıdır.
MENOPOZDA TEDAVİ
Gelelim en tartışmalı konuya:
Menopozda hormon replasman tedavisi kullanmalı mıyız? Kullanmamalı mıyız?
1970 li yılardan beri östrojenin azalan doğal hormon yerine kulanılması oldukça yaygın bir tıbbi uygulamadır. Hormon tedavisi birçok kadın tarafından yıllardır güvenle kullanılmakta ve özellikle ateş basması, terleme, cilt korunması ve psikolojik sorunlarda oldukça etkili olmaktadır. Hormon replasman tedavisinin osteoporozda ya da osteopenide (kemik yoğunluğunın azalması) oldukça etkili olduğu bilinmektedir. Kalpdamar hastalıklarının önlenmesi ve beyinde kognitif fonksiyon kaybına giden demans, Alzheimer ve parkinson’da koruyucu etkisi kabul edilmiştir.
1995 de JAMA’da yayınlanan HERS 1 ve HERS 2 çalışmalarında eğer kadın daha önce kalp krizi geçirmişse hormon replasman tedavisinin ilk yıllarında tromboemboli riskinin arttığı belirtilmiştir. Kalp damar hastalıklar açısından da hormon replasmanı alan kadınla almayan kadın arasına bir fark bulunamamıştır.
En kapsamlı menopoz çalışması 1997 yılında başlatılan, 50-79 yaşları arasında 16.000 kadının katıldığı ve 5 yıl sürdürülen WHI çalışmasıdır. Çakışmada kadınların yarısına aynı marka ağızdan alınan sentetik östrojen-progesterontedavisi verilmiş, yarısına ise hormone tedavisi uygulanmamıştır. Bu çalışmada meme kanseri riskinin hormon relasman tedavisi ile 3/1000 den 4/1000’e, kalp krizi geçirme riskinin de 3/1000 den 4/1000 e çıktığı, beyin kanaması olasılığının 1/1000 arttığı, tromboembolik olay sıklığının da 2/1000 arttığı belirtilmiştir. Bunların yanısıra kolon kanserinin %40 ve osteoporoza bağlı kalça(femur) kırığı olasılığının da %35 azaltıldığı belirtilmiştir. Mart 2002 de kar zarar oranında risklerin yüksek olduğuna karar verilerek çalışma erken sonlandırılmıştır. Sonrasında yaş aralığının çok geniş olması, ileri yaşta halihazırda metabolik sendromu olan kadınların genç kadınlarla aynı standartta değerlendirilmesi, sigara içen ve obesitesi olan kadınların normal kilolu ve sigara içmeyen grupla aynı grupta değerlendirilmesi, tek tip sentetik hormonun ağızdan verilmesi gibi problemler nedeniyle akademik çevrelerde çalışma çok eleştirilmiş ve erken sonlandırıldığı düşünülmüştür. Ayrıca sadece östrojen alan kadınlardaki meme kanseri sıklığının değişmediği, progesteronun eklendiği kombine tedavinin tartışılması gerektiği vurgulanmıştır.Burada da sentetik progesteron kullanıldığı için kurgu baştan yanlıştır. Kalp krizi, beyin kanaması ve tromboembolik artışlardan bahsedilmesine rağmen daha sonraki yıllarda hormon replasman tedavisi alan ve almayan grup arasında ölüm oranlarının değişmediği tesbit edilmiştir. Günün sonunda WHI çalışması kadınların hormon tedavisi konusunda büyük bir korkuya düşmesine ve hormon tedavisinin bütün dünyada neredeyse bırakılmasına yol açmıştır. Çalışmadan bunca yıl sonra hormon replasman tedavisi; menopoz sürecinin yol açtığı sağlık sorunlarından sonra tekrar tartışılmaya başlandı. Kadında beklenen yaşam süresinin 80 yılı geçtiği günümüzde, menopoz sonrası sürecin kadının sağlık koşulları uygun ve titiz takip edilebilecek bir hasta ise mutlaka hormonla desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bioeşdeğer estrojen ve micronize progesteronun ciltten kullanılan patch -jel ve micronize progesteronun oral -vaginal kapsülleri BİOEŞDEĞER HORMONLAR olarak kabul edilir.
Menopozun erken döneminde tedaviye başlanması her zaman daha etkindir ve 5-10 yıl arasında devam edilebilir. Her zaman olduğu gibi tedavi tamamen kadına özgü düzenlenmeli ve kadın hekimi ile her yıl tekrar durumu değerlendirerek kar-zarar hesabı yapılmalı ve tedavinin devamına birlikte karar verilmelidir. Hormon replasman tedavisinin kadının kendi koşullarına uyduğu sürece Menopozda temel olarak yararlı olduğu gerçeği unutulmamalı, ancak replasman alan kadının takibi yapılmadan tedaviye devam edemeyeceği gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır.
BEN KENDİ PRATİĞİMDE BÜTÜN TEMEL TIBBİ BİLGİLERİN, GÜNCEL YAYINLAR, DERLEMELER VE DÜNYADAKİ MENOPOZ DERNEKLERİNİN REHBER BİLGİLERİ IŞIĞINDA HORMON TEDAVİSİNİ KOŞULLARI UYGUN OLAN HASTALARI TİTİZLİKLE SEÇEREK ÖNERİYORUM. Menopozal dönemdeki hastalarımda aile hikayesi ve hastamın kendi hikayesini çok iyi sorguluyorum ve ardından jinekolojik muayene ve pap smear, jinekolojik ultrasonografi, mamografi, meme ultrasonografisi, kemik yoğunluğu, detaylı kan tetkikleri ile değerlendiriyorum. Koşulları uygun olan hastalarda tedaviye başlıyorum ve sürekli bir işbirliği ve titiz takip ile devam ediyorum. Bu alanda Fonksiyonel Tıp bakış açısı ile değerlendirme yaparak biyoeşdeğer hormon kullanımı, detaylı beslenme, egzersiz planları, kilo yönetimi ve en önemlisi stress yönetimi hakkında detaylı danışma veriyorum. Menopozal dönem yaşamımızın en az üçte birini kapsayan bir dönem ve bunu en sağlıklı biçimde geçirebilmek için yakın işbirliği ile çalışmak gerekiyor.